Powered By Blogger

19 Aralık 2010 Pazar

YERYÜZÜ…



En genel anlamı ile yaşadığımız yerdir ve yüzeydir. Bir nevi dünyanın derisi gibi bir şeydir. Gökyüzünün dünyanın geri kalanına değdiği ve ufuk çizgisinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Birçok kişi için dünyanın tanımlandığı bir fani alan veya bu tarafta ki rolümüzün oynandığı bir çeşit sahnenin fonu.

Geçen günlerde televizyonda izlediğim ve fazlası ile beğendiğim bir felsefe profesörü; ‘’ İnsan beyni doğadan ayrı bir şeydir ve bunun içindir ki doğaya zarar verirken birçok kez bunun ayrımına varmaz’’ diyor. Beklide gittikçe beynimizi daha fazla kullanan bir tür olarak yeryüzüne verdiğimiz zararında boyutlarını daha net algılayamıyoruz. Bu gün yerkürenin birçok yerinde bir avuç çok uluslu şirket ya da ülke fütursuzca kasalarını doldurmakta ve daha fazla kar hırsı ile önüne gelen her türlü doğal ya da sosyal değerlere insafsızca saldırmaktadır. Ve maalesef gezegenimiz kocaman bir alışveriş merkezine veya süpermarkete dönüştürülmüş durumdadır. Bütün değerlerimiz bu kocaman makinenin paletleri altında değersizleşirken çoğu kez kendi aklımızdan bile korkar duruma geldik. Ve birçoğumuz cevabından kaçındığımız şu endişe verici soruyu sorduk’’ Ben olsam da mı böyle yapardım?’’

Yeryüzü cenneti vardır mesela kimimizin zihinlerinde. İnsan aklının ve bilimin tüm yanlış yönelmelerine karşılık yinede cenneti yeryüzünde yaşamak kendimize kurduğumuz saklı alanlarda vazgeçemediğimiz bir çelişki. Kimimiz için hiç dokunulmamış bir vadi veya her yere uzak bir ada parçası. Çoğunluğumuz için göre bir villanın yemyeşil bahçesi. Tüm yıkıp darmadağın ettiğimiz doğa parçasının yerine oturttuğumuz çok yıldızlı otellerin debdebeli sığınakları bazılarımıza göre. Ne yardan, nede serden geçemediğimiz yapaylık mabetleri.

Bütün doğa yasalarına baktığımızda,  yeryüzüne uyum ve onu ekosistemler arası demokrasinin parçası olarak görmek hayatımızı daha yaşanılır bir zemine oturtacaktır. Yerküremiz üzerinde yaşayan her maddeyi sistemin bir parçası olarak görmeyen aksine onları ticarileştiren piyasa ekonomisi, aslında bizi daha zor yaşanılır bir dünyaya doğru itmekte. İnsanlar her geçen gün daha çok çalışarak daha az kazanırken, dünyada besin sıkıntısı nedeniyle temel gıda maddelerini daha pahalıya almaktadırlar. Toplumun ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan tarım ekonomisi daha çok üretmeye çalışırken gerek genetik yapı ile oynamakta gerekse toprağın doğal işleyiş mekanizmasını bozmaktadır. Yerkürenin her yerinde tüm yaşamlarını tarıma adamış milyonlarca çitçi, bu büyük ekonomik çark içerisinde masraflarını bile karşılayamaz duruma gelmektedir.

Oysa bir başka yeryüzü mümkün, insanlar para ekonomisine bile ihtiyaç duymadan ekonomik açıdan bolluk içerisinde yaşayabilirler. Toprakları daha verimli olurken, ırmakları temiz akabilir ya da kültürlerini zenginleştirebilirler. Hem güzel giysiler giyip güzel evler ve güzel yemekler yapabilirler. Yeryüzünün doğal yapısına göre uyulmanmış tüm kültürler uyum ve dayanışma ruhu işle yaşayabilirler. Piyasa ekonomisinin ve insan aklının ürettiği paranın, toplumlar için mutluluğun tek kaynağı olmadığı ve doyumsuz insan ihtiyaçlarının aslında bir yeryüzü cennetinden ziyade bizi kocaman bir cehennemin merkezine doğru çektiğini anlamak mümkün.

Tüm canların bir olup geri kalan canlılar için çaba harcamasının boş, gelir getirmeyen bir uğraş olmadığını anlayacak bir akıl organizasyonunu gerçekleştirmek mümkün. Yeryüzünün bir bölümünde insanlar gittikçe daha az çocuk yapıp daha fazla demokratik çevre bilincine sahip olurken. Kendisini doğu olarak tanımlayan toplumların daha fazla çocuk yapıp ucuz işgücünde medet umması elbette mantık çerçevesinde anlaşılır bir şey değil. Bu eylem bizi teknoloji üreten toplumlar karşısında hızla köle haline getirirken yeryüzünün bütün diğer unsurlarına karşıda geri dönüşü olmayan tahribata doru itmektedir. Hayata bakışına inandığım nadir sivil toplum kuruluşlarından olan Greenpeace yetkililerine göre; Dünya toplam nüfusu bir milyar civarına inmediği sürece yerküre ile dost demokratik bir yaşam sürmek pek mümkün değil. Şimdi içinizde ‘’ne yani insanlığın büyük bölümünü öldürelim mi’’ diyebilirsiniz. Elbette ki ideal bir döngüyü kurmak hemen olacak bir durum değil: Zaten böyle ani değişimler doğa yasaları dâhilinde de pek mümkün değil. Ancak tüm ülke grupları olarak özellikle doğum – ölüm dengelerine acil çözümler üretmek zorundayız. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde sağlık koşullarının nispeten gelişmiş olması hem ortalama yaşamı uzatmakta hem de canlı doğan bebek sayısını arttırmaktadır. Yani işin özü her gün daha fazla canlı bebek doğmakta ama daha az insan ölmektedir ki bu da doğaya yaptığımız müdahalenin kilit taşını oluşturmaktadır. İşin en trajik yanı ise doğuma müdahale etmeyi günah ya da yasak sayan bir toplum ölümü hızla geciktirmeye çalışmaktadır. En yalın anlamda, yaptığımız yıkımlar ile hem yeryüzü cennetinden uzaklaşır iken hem de ölümleri erteleyip asıl cennette gecikmekteyiz.

Ama umut hala var bizi maceranın sonuna doğru sürükleyen insan aklı ve pozitif bilim yine sonu daha mutlu kılacak çözümler üretecektir. Yeryüzü demokrasine olan bütün umut ve inançlarım ile sözü Adnan Yücelin bir şiirinin son cümleleri ile kapatmak istiyorum.

Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder