Powered By Blogger

16 Aralık 2010 Perşembe

KÜL VE KÖZ

Bu sevda önünde eğil, yüreğimdesin.
Eski yaradan iz.
Yeni başlayan söz.
Küle gizlenen köz gibi. Yüreğimdesin.

Bu hafta bana ayrılan köşeme İbrahim Karacanın yazıp Sevgili ozanımız Onur Akın’ın besteleyip dile getirdiği bir şarkıdan, bir dörtlükten ilham alarak başlamak istedim. İzninizle. Bu parçayı ve özellikle de küle gizlenen köz kısmını ilk duyduğumda aklımdan o kadar çok şey geçti ki, hani şehrimizde bir söz ile.’’ Aklından kırk tilki geçiyor ama kırkının da kuyruğu birbirine deymiyor’’ Tanımlanan durumu yaşadım.

Kül içerisine gizlene köz kolay kolay sönmezmiş. Bu nedenle kebapçı ve nargilecilerde külü közün üstüne çekmek gibi ateşi korumaya yönelik bir eylem vardır. Tamda bunları düşünüp dile getirmişken sevgili dedemden ‘’Ateş almaya gitmek ‘’ adlı bir eski zaman eylemi öğrendim ki, bir sürü sorunun yanıtı ortaya çıktı. Şimdi efendim eskiden her evde çakmak veya kibrit gibi ateşi hemen elde edebileceğiniz yararlı ev aletleri yokmuş. Bu nedenle evde tandır ya da ocakta ateş yakan bir hane, başka hanelerde yararlansın ya da daha sonra kullanılır mantığı ile közleşmiş odunun üzerine kül çekermiş. Daha sonra da bir komşu gelip de ateş istediğinde közün bir bölümü bir kaba yada hafif ıslak bir bez parçasına koyarak verirmiş. Ve közünü alan başka hane halkı hızla kendi ocağına yetiştirip çalı çırpısını tutuştururmuş. Hani yine bir deyim vardır ya hemen gelip hızla gitmeye kalkışma durumunda Ne o bacım         ‘’ Ateş almaya mı geldin ?’’ derler ya işte buradan gelirmiş.

Herhalde bilimsel anlamda bu durum külün ısı iletkenliğinin düşük olması ile ilgili bir durumdur. Ama konumuz aslında başka yerlere götürüyor beni. Hepimizin gerek bireysel gerekse toplumsal olarak yüreğinde gizlediği acılar bulunmakta ve maalesef üzerinde yaşadığımız bu coğrafyada bu közler hep canlı kalmış. Değerli yazarımız Yaşar Kemal, ‘’Anadolu bin bir çiçekli bahçedir ve bu bahçenin her çiçeği ile birlikte yaşamak en büyük zenginliğimizdir ‘’ diyor. Anadolu denen bu coğrafyada sahip olduğumuz tüm değerler aynı zamanda birer köz olmuş yüreğimizde. Kıbrıs, Maraş, Sivas , 6-7 Eylül olayları veya Ermeni meselesi bu acıların en kötü örnekleri. Belki de bizim gibi gelişmekte olan her topluma özgü olan bu ‘’Kan davası’’ kültürü külümüze gizlediğimiz köz. Ve yan yana yaşadığımızı düşündüğümüz komşumuzu kesmemiz ya da bir gün onun bizi boğazlaması, yakması, kurşunlaması toplumsal hafızamızda öç alma kültürümüzü her zaman canlı tutuyor ki buda külde közdür.

Mesela eski Türk filmlerinde bir Aliye Rona ile temsil edilen Anadolu kadını replikleri vardır. Tüm eski yaralar için toplumsal bellek işlevi görür ve birde köyün yiğitleri için önemli bir ateşleyicidir. Haddim olmayarak kadınların da bu konuda bizden çok daha iyi bir saklayıcı olduğunu belirtmek isterim.

Birde eski aşklar var efendim. Mesela ilk aşk. Allahtan aslında beynin tutuğu ve her nasılsa yürekle betimlediğimiz organımız yalnızca acıyı gizlemiyor. Eski sızılarımızı da canlı tutuyor. Bazen bir koku, bir renk, bir resim, bir yazı ama en önemlisi bir mekân hangimizi eski yaralara götürmemiştir ki. Bu yüzden bu kentin aklı başında insanları ve belediyeleri geçmişi yalnızca bilmem kimden kalan eser diye değil, közümüzün külü oldukları için korumalı. Ve sırf bu yüzden çay bahçeleri, parklar, pastaneler korunmalı efendim. Sürekli değişmemeli, konutlaşmamalı. Kalmalı, kalmalı ki sürekli ekonomik çaba ve siyasetin tartışıldığı toplumumuzda. Yüreğimizdeki közü de hatırlaya bilelim ya da eğer cesursak, o mekânı gösterip çocuğumuza eski yaradan bahsede bilelim. Yazının başı sonu olsun.

Eski yaradan iz.
Yeni başlayan söz.
Küle gizlenen köz gibi. Yüreğimdesin.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder