Powered By Blogger

16 Mart 2011 Çarşamba

Kar..

Birkaç gündür büyük puntolarla yaşamımıza sokulmaya çalışılan, Balkanlardan gelen soğuk ve yağışlı hava sonunda kapımıza dayandı. Bu yazı yazılırken dışarıda hafiften bir türkü tadında kar yağmaya başladı. Nasılda özlemişiz, yağıyor inceden ve usul. Bu gece uyumak yok hasret gidermek var, eğer sonu gelirse..

Kente en son adam akıllı kar ne zaman yağdı hatırlamıyorum ama benim yaşadığım en son kar yağışı ile ilgili daha önceki yıllarda yazdığım bir yazımı paylaşmak istiyorum. Amerikanın Irak’ a tekrar saldırdığı, yurdumuzun ekonomik kriz ve kuş gribi vakaları ile boğuştuğu o günlere baktığımızda, kar yağışı dışında pek fazla değişen olmadığını görmek ayrı bir acı. Şimdi bu yazıyı sunuyorum affınıza sığınarak.

Dışarıda kar yağıyor ve benim zihnimde kocaman ironi tilkileri dolaşıyor kuyrukları bir birine değmeden. Yeryüzünün tüm farklılıklarını/renkliliklerini örten bir aynılık/beyazlık aynı zamanda zorluk, zorundalık, donduruculuk ve mesela kuşlar için ya da Mart’ın kapıdan baktırdığı, kömürü bitmişler için bir sorun olma durumu.

Ne zaman kar yağsa şehre içi umutla dolar Milli Eğitime gönül vermiş öğrenci milletinin ve herkesin kafasında aynı soru dolaşır durur; Acaba kar tutar mı? Ve acaba yarın okul/dershane tatil olur mu? Diye. Tüm diğer tatillere göre kar tatili en hesapsız ve plansız hayatımıza giren bir boşluk durumu. Piyangodan büyük ikramiyeyi tutturmak gibi bir şey ya da yıldırım aşkına tutulma hali.’’ Kentimiz de yoğun hava muhalefeti nedeniyle tüm ilk ve orta öğretim kurumları bilmem kaç gün süreyle tatil edilmiştir ‘’cümlesine duyulan sonsuz saygı ve sevgidir.

Hemen dışarıya çıkıp çocukluktan kalma bir alışkanlık ile hiç kimsenin gitmediği yerlere ulaşıp hiç kimsenin basmadığı karlara basmak lazım. Kar tanelerinin o narin, basit,  uysal sıkışma tınısını duymak/hissetmek gerek. Yürümek, yürümek ve dönüp arkana baktığında kendi izinden başka bir şey görmemek halini yaşamak, tıpkı koca bir ömrü tamamlamak gibi. Bazen düşünüyor insan acaba bu basit ayrıntıların tınısını duymak mutlu ediyor mu? Biz büyük insanlığı diye. Acaba insanın yaşı, malvarlıkları, göbeği büyüdükçe hala görüyor mudur? Hayatın ayrıntı denen tatlarını, mesela serçeleri görüyor mu? Her yerin beyaz bir örtü ile kaplandığı zamanlarda ekmek kırıntıları bırakıyor mu? Boş dükkânların sığıntı köşelerine. Herkesin kuş gribi kuşkusu ile baktığı bu hayvanlara farklı bir taraftan bakan mavi gözlü yaşlılar hala var mı?Diye.

Bütün bu düşünceler içerisinde yoğun yağışlı havaya muhalefet bir dolmuş buluyor ve biniyorum. Dolmuşçunun yanında oturan adam, yüksek sesle ‘’Bu gribi, Amerika başımıza bela etti ., daha çok aşı satmak ve hükümetimizin başarılarını gölgelemek için’’ dedi. Adamın gözlerinde yıllarca devletin gizli arşivlerinde araştırma yapmanın verdiği bir bilgelikten ziyade yoğun bir kurnazlık okunuyordu. Kar yağıyor şehre hala ve doluşçu gayet mutlu. Olsun lastiklere taktığı zincirler lastiklere zarar versin. Nede olsa böyle havalarda müşteri bol yer geniş. Bir trafik polisi biniyor, iki durak arasında ‘’ Şuradan bir kişi uzatır mısınız’’ demiyor, yalnızca geçip oturuyor arkaya ve yine çelişiyor her şey . Dolmuşçunun telefonu çalıyor son moda polifonik bir arabesk tınısıyla. Tekerin zincirleri altında karlar sıkışıyor ve o tınıyı kimse duymuyor. Dolmuşçu telefonla konuşuyor, para sayıyor, vites değiştiriyor ve direksiyonu tutuyor bütün elleriyle. Araba kayıyor sağa sola, polis başını öne eğip oralı bile olmuyor. Dolmuşçu mutlu, karlar savruluyor dört bir yana. Ve ben her sindirilmiş, normal vatandaş gibi içime atıp sinir oluyorum kendi küpüme zarar. Telefonum çalıyor, telefonda tatil olmuş milli eğitimden bütün arkadaşları temsilen bir ses ‘’ Hepimiz lokaldeyiz King oynayacağız, seni bekliyoruz’’ diyor. Mutluyum en azında şimdilik, yüzümde bir tebessüm ve içimden diyorum, boş ver Amerikan bombalarını, ekonomik krizi, kuş gribini ve dolmuşçuyu şimdi git ve tek haneli boşluklarını çok haneli yazı tahtaları doldur.

Bu arada, geçmişe dair yazılan bu yazı havada kadı ve ilham kaynağımız/beklentimiz kar durdu.

Zümrüdüanka

Anka, Tuğrul, Anka-yi mugrip, Huma Kuşu, Devlet Kuşu, Batı kültürlerinde ise Phoenix adlarıyla anılır. Adı uzun boynu veya boynundaki beyaz halkadan gelir. Her hayvandan bir iz taşıyan, rengârenk, tüylü yüzü ile insana benzeyen mitolojik bir hayvandır.  Daima tektir ve erkektir. Ömrünün sonu yaklaştığında bahar ağacı yapraklarından yaptığı yuvasını ateşe verip kendini yakarak,  kendi küllerinden yeniden dünyaya gelir. Batı’ da milattan önce V y.y.’dan  itibaren mitolojik anlatımları başlayan Anka kuşu Hıristiyanlıkta yeniden dirilmenin sembollerinden biri olarak görülmüştür. Araplar arasında Anka hikâyesi Semender ile karıştırılır. Semender de bazen kuş olarak tasvir edilir. İran mitolojisinde adı Simurg ve yeri Kaf dağıdır. Hem ruhun ölmezliğinin hem de yeni yılın simgesel hali olarak da düşünülür.

Bütün kültürlerde kendi küllerinden yeniden doğmak ile tasvirleşen bu kuş, hayatın hem biyolojik hem de zihinsel çevriminin en güzel ifadesi olmuştur. İnsanoğlunun gerek ulusal olarak gerekse bireysel olarak düştüğü en zor durumdan bile çıkabilme yeteneği ile simgeleşmiştir. Gençlik dönemlerimizde seyrettiğimiz Rocky filmleri gibi bir şeydir, Anka kuşu olmak.  Yediği bütün yumruklara ve bazen de yenilgilere rağmen sil baştan başlamaktır hayata ve dövüşe.

Geçtiğimiz hafta içerisinde Japonya’da gelmiş geçmiş en büyük deprem ve tsunami dalgalarından birisi oluştu. Gerek depremin gerekse dalgaların yaptığı yıkıcı etki ve doğanın bu karşı konulamaz gücü karşısındaki bir şeyler yapamama durumu hepimizi bir şeyleri tekrar düşünme ye itti. Belki de her ülke bizim muhteşem basınımızdaki gibi olabilecek senaryoları kendi ülkelerine uyarladı durdu. Kelli felli uzmanlar çıktı televizyon ekranlarına ülkemizdeki riskleri anlattılar. ‘’Aslında her canlı kendi ölümüne ağlarmış bir başkası öldüğünde’’ sözünü doğruladılar.

Son yüz yıllık tarihinde beşten fazla büyük deprem ve iki tane atom bombası yıkımı yaşayan Japonya, Kaf dağının arkasındaki uzak bir ülke gibi bir şey. Uluslar arası emperyalizmin en büyük aktörlerinden birisi olan bu ulus, kendi küllerinden yeniden doğmanın da dünyadaki en güzel örneği. İkinci dünya savaşı sonrası bütün ekonomik, politik ve askeri ambargolara rağmen dünyanın ilk üç ülkesinden birisi olmak ve bunu doğal kaynaklarının kısıtlılığına rağmen başarmak ya Anka kuşu mucizesine inanmak ya da bir ulusun çabasına hayran olmaktır.

Cihana hükmetmiş koca bir imparatorluğun evlatları olmak ile övünen, biz muhteşem yüzyılın torunları. Kurtuluş savaşı ile kendi küllerinden yeniden doğmaya çalışan bir ulusun evlatları olarak kendi Anka kuşumuzu ne kadar oluşturduğumuz kocaman bir soru kafamızda. Yıllardır her ulusal coşkumuzda bağıra çağıra söylediğimiz ‘’onuncu yıl marşına’’ konu olmuş, ilk yıllarımız dışında ne kadar büyük bir güç olduk ya da neler katabildik şu bilimsel hayata bilemiyorum. Aslında cevabı sporumuzda, bilimimizde, eğitim sistemimizde, ekonomimizde, demokrasimizde, seçim sistemimizde ya da hepsini kapsayan kendini bile kandırmayı başara bilen beynimizde saklı.

Adına ister Nevruz ister Newroz isterse Ekinoks günü deyin doğanın kendi küllerinden tekrar doğduğu ve bizi buna müthiş ölçüde teşvik ettiği Mart’ın yirmi birinin hepinize kutlu bir doğum olmasını dilerim.

15 Mart 2011 Salı

GÜÇ...

Birim zamanda yapılan işin hapım hızına güç, harcanılan çabaya ise enerji denilmektedir. Fizik biliminde kullanılan en yaygın güç birimleri, Newton, Watt ya da beygir gücüdür.

 İnsanoğlu yerleşik yaşam kültürü ile birlikte artık toplayıcı konumdan üretici konuma geçince nerede akşam, orada sabah alışkanlıkları da bitmiş. Yan gelip yatmaktan çalışır durumda bulunca kendini, doğal olarak işin kolayını bulmak için uğraşıp durmuş. Önce uzunca bir süre evcilleştirdiği hayvanları olaya ortak etmiş. Ürettikçe tüketen bir toplum olma yolunda hızla ilerleyince işin içerisine makineler girmiş ki üretim coşmuş. O gün bu gündür gücünü harcayacak bir yer bulamayan insanoğlu ya spor salonlarına koşmuş ya çeşitli oyunlar icat etmiş ya da birbirini dövüp durmuş.

            Güç bazen paraya sahip olmaktır. İncecik pazularına, sıskaca bedenine ve korkak bir yüreğine rağmen büyük bir gururla bakabilme lüksüdür, çevrendekilere. Sen benim kim olduğumu biliyor musundur? Sen uzaklaşıp gittikten sonra adamlarının halletmesidir bütün kirli işleri.

            Bazen silaha sahip olmaktır güç. Tüm yırtıcılar içerisinde bizi besin zincirinin en tepesine taşıyan donanımdır. Etçil ve otçul dünyamızda bütün türler hızla yok olup giderken bizim hızla artmamızın altındaki sihirli güçtür. Bütün Uzakdoğu sporlarını etkisiz kılan uzaktan her şeyi halletme becerisidir.

            Bazen güç cinsiyettir, erkeklikten gelen ayrıcalıktır. Yaradılıştan bu yana aile denen çekirdek yapının devamlılığı için gerekli bir koruyucudur. Haktır, hukuktur, bilendir. Ekonomisi kötü giden orta ya da alt sınıf halkın ekmek getireni ve kuralı koyanıdır kendince.  Geleneksel Türk aile yapısının ürünü olan ve erkek çocuklarına sağlanan sınırsız özgürlük ile beslenen çocuk yetiştirme tarzımız, toplumsal buhranlar ile birleştiğinde sonun da elleri silahlı ve bıçaklı canavarlar yarattı. Kocasından uzun zamandan beri şiddet gören ve artık canına tak edip boşanma talebinde bulunan birçok kadın birer birer öldürülüyor. Kendisini güçlü gören kocaları ya da sevgilileri tarafından.

            Demokrasi denilen mekanizmayı işler kılan donanımlardan en önemlisi herhangi bir neden ile güçlü olanın güçsüz olan üzerine kurduğu baskıyı engelleye bilmektir. Ama herkes için eşit ölçüde yaşama hakkına sahip olmasını ön gören kurallar zinciri her şeyi ile insan uygulamalarında bitiyor. Kafamızda oluşturduğumuz devlet kavramı kendisini her zaman erkek olarak görmüş olmalı ki işlenen kadın cinayetlerinde hiçbir zaman yeterli cezalar verilmiyor. Türk Ceza Kanunu’nun 81. maddesi, kasten adama öldürme için ağırlaştırılmış müebbet hapsi veriyor. Ama mahkemeler, TCK’ın 29. maddesindeki ‘’haksız tahrik indirimini’’ devreye sokarak kadın cinayetlerine indirim uygulamaya devam ediyor. Töre cinayetleri serisine şimdide şehirli yaşamımızın getirdiği kıskançlık ve aşk cinayetleri eklenerek ‘’haksız tahrik indirimiyle’’ ataerkil yapılar yeniden üretiliyor. Cinayetten sonra ifadesi alınan ya da mahkemede savunma veren neredeyse bütün katiller sözleşmiş gibi hep aynı cevabı veriyor, erkek kimliklerinin ‘’tahrik edildiğini’’ söylüyorlar.

Ve kadın cinayetlerini’’namus cinayeti’’ olarak tanımlayan/kabullenen toplumsal bellek, kadını kendi ölümüne davetiye çıkaran kişi olarak görüyor. Mardin de onlarca kişinin tecavüzüne uğrayan daha reşit bile olmamış kız çocuğunun faillerine ancak birkaç yıl ceza veren zihniyet ile kadın cinayetlerini cezalandırmaya çalışan kafa her ne kadar kendisinin farklı yere koysa da, Selçuk Üniversitesinde ahkam kesen akademisyen bozuntusundan farklı değildir. Sonuç itibariyle erkekleri ağır biçimde tahrik eden de kadındır, tacize yol açan tecavüze davetiye çıkaranda. Bizim salyalı erkek ağızlarımızın ve yıllardır bastırdığımız libidomuzun olayda hiç rolü yoktur.

Haftayı doğruluğuna pek inanmadığım bir trajik komik bir haber ile kapatalım. ‘’Öldürdüğü eşini yeni yaptırdığı evin temeline gömen adam, sorgusu sırasında polise ; Evi benim üzerime yap demişti, bende yaptım demiş.



3 Mart 2011 Perşembe

GÜÇ...

Birim zamanda yapılan işin hapım hızına güç, harcanılan çabaya ise enerji denilmektedir. Fizik biliminde kullanılan en yaygın güç birimleri, Newton, Watt ya da beygir gücüdür.

 İnsanoğlu yerleşik yaşam kültürü ile birlikte artık toplayıcı konumdan üretici konuma geçince nerede akşam, orada sabah alışkanlıkları da bitmiş. Yan gelip yatmaktan çalışır durumda bulunca kendini, doğal olarak işin kolayını bulmak için uğraşıp durmuş. Önce uzunca bir süre evcilleştirdiği hayvanları olaya ortak etmiş. Ürettikçe tüketen bir toplum olma yolunda hızla ilerleyince işin içerisine makineler girmiş ki üretim coşmuş. O gün bu gündür gücünü harcayacak bir yer bulamayan insanoğlu ya spor salonlarına koşmuş ya çeşitli oyunlar icat etmiş ya da birbirini dövüp durmuş.

            Güç bazen paraya sahip olmaktır. İncecik pazularına, sıskaca bedenine ve korkak bir yüreğine rağmen büyük bir gururla bakabilme lüksüdür, çevrendekilere. Sen benim kim olduğumu biliyor musundur? Sen uzaklaşıp gittikten sonra adamlarının halletmesidir bütün kirli işleri.

            Bazen silaha sahip olmaktır güç. Tüm yırtıcılar içerisinde bizi besin zincirinin en tepesine taşıyan donanımdır. Etçil ve otçul dünyamızda bütün türler hızla yok olup giderken bizim hızla artmamızın altındaki sihirli güçtür. Bütün Uzakdoğu sporlarını etkisiz kılan uzaktan her şeyi halletme becerisidir.

            Bazen güç cinsiyettir, erkeklikten gelen ayrıcalıktır. Yaradılıştan bu yana aile denen çekirdek yapının devamlılığı için gerekli bir koruyucudur. Haktır, hukuktur, bilendir. Ekonomisi kötü giden orta ya da alt sınıf halkın ekmek getireni ve kuralı koyanıdır kendince.  Geleneksel Türk aile yapısının ürünü olan ve erkek çocuklarına sağlanan sınırsız özgürlük ile beslenen çocuk yetiştirme tarzımız, toplumsal buhranlar ile birleştiğinde sonun da elleri silahlı ve bıçaklı canavarlar yarattı. Kocasından uzun zamandan beri şiddet gören ve artık canına tak edip boşanma talebinde bulunan birçok kadın birer birer öldürülüyor. Kendisini güçlü gören kocaları ya da sevgilileri tarafından.

            Demokrasi denilen mekanizmayı işler kılan donanımlardan en önemlisi herhangi bir neden ile güçlü olanın güçsüz olan üzerine kurduğu baskıyı engelleye bilmektir. Ama herkes için eşit ölçüde yaşama hakkına sahip olmasını ön gören kurallar zinciri her şeyi ile insan uygulamalarında bitiyor. Kafamızda oluşturduğumuz devlet kavramı kendisini her zaman erkek olarak görmüş olmalı ki işlenen kadın cinayetlerinde hiçbir zaman yeterli cezalar verilmiyor. Türk Ceza Kanunu’nun 81. maddesi, kasten adama öldürme için ağırlaştırılmış müebbet hapsi veriyor. Ama mahkemeler, TCK’ın 29. maddesindeki ‘’haksız tahrik indirimini’’ devreye sokarak kadın cinayetlerine indirim uygulamaya devam ediyor. Töre cinayetleri serisine şimdide şehirli yaşamımızın getirdiği kıskançlık ve aşk cinayetleri eklenerek ‘’haksız tahrik indirimiyle’’ ataerkil yapılar yeniden üretiliyor. Cinayetten sonra ifadesi alınan ya da mahkemede savunma veren neredeyse bütün katiller sözleşmiş gibi hep aynı cevabı veriyor, erkek kimliklerinin ‘’tahrik edildiğini’’ söylüyorlar.

Ve kadın cinayetlerini’’namus cinayeti’’ olarak tanımlayan/kabullenen toplumsal bellek, kadını kendi ölümüne davetiye çıkaran kişi olarak görüyor. Mardin de onlarca kişinin tecavüzüne uğrayan daha reşit bile olmamış kız çocuğunun faillerine ancak birkaç yıl ceza veren zihniyet ile kadın cinayetlerini cezalandırmaya çalışan kafa her ne kadar kendisinin farklı yere koysa da, Selçuk Üniversitesinde ahkam kesen akademisyen bozuntusundan farklı değildir. Sonuç itibariyle erkekleri ağır biçimde tahrik eden de kadındır, tacize yol açan tecavüze davetiye çıkaranda. Bizim salyalı erkek ağızlarımızın ve yıllardır bastırdığımız libidomuzun olayda hiç rolü yoktur.

Haftayı doğruluğuna pek inanmadığım bir trajik komik bir haber ile kapatalım. ‘’Öldürdüğü eşini yeni yaptırdığı evin temeline gömen adam, sorgusu sırasında polise ; Evi benim üzerime yap demişti, bende yaptım demiş.