Powered By Blogger

19 Aralık 2010 Pazar

DEREBEYİ….



Hepimiz masallar ile çocukluğumuzda dinleyici, ilerleyen yaşlarda ise bir anlatıcı olarak münasebette bulunmuşuzdur. Develer tellal pireler berber ve ben daha bu sistemi pek anlamaz iken, kendi kendime sorar dururdum’’ yahu bu masallarda ne kadar çok kral, kraliçe prens, prenses ve ülke var’’ diye. Daha sonrada nede olsa masal diyip geçiştirirdim. Aslında zamanla büyüyerek masallarında gerçekten parçacıklar içerdiğini anlıyor insan. Meğer ne çok ülke varmış dip dibe ve istikrarsız.

Derebeyliği dediğimiz kişiler,  işte o dere senin, bu dere benim diye gezip tozan bir nevi külhanbeyi değilmiş. Özellikle adına orta çağ denilen karanlık ve oldukça skolâstik bir dönemde yaşayan büyük toprak sahiplerine veriliyor bu ad. Yani bizdeki ağanın biraz daha nüfuzlusu oluyor kendileri. Bir birine komşu büyük toprak sahiplerinin oluşturduğu ve her biri birkaç köy büyüklüğünde, merkezi otoriteden çoğunlukla bağımsız devletçiklere de derebeyliği denilmekte. E hal böyle olunca aşağıya tükürsen kral yukarıya tükürsen kraliçe. Sağım solum ise prens, prenses. Birde bunlara kont ve kontesler eklenince bütün ana ve ara yönlerden bir soyluluk fışkırmaktaki sormayın.

Kale gibi şatolar ve saraylar,  her biri zıpkın gibi delikanlı paralı askerler ile tam bir devlet. Antik dönemin demokratik şehir devletleri halt etmiş yanlarında. O kocaman saraylar içerisinde kocaman balo salonları ve bu saraylarda tertip edilen muhteşem eğlenceler. Kapı komşumuz kadar yakın komşu ülkelerden gelen bir birinden şık kıyafetler içerisindeki, birbirinden güzel hanım efendiler ve centilmenler. Hiç birinin bal kabağına dönüşme riski yada eve geç kalma tehlikesi olmadan doyasıya eğlence içerisinde oldukları bir ortam. Tıpkı bizim kenar mahalle düğün salonlarımızda olduğu gibi sürekli bir birini kesen kız ve oğlan toplulukları. Her birisi bilmem ne zadenin torunu yada çocukları olan bu eski zaman soylularının tek derdi damarlarından akan asil kanı başka bir asil kanla birleştirip melez bir asalet yaratmak olup, gecelerin tertip nedeni ise genellikle bu amaç çevresinde şekillenmektedir.  

Yedikleri önlerinde yemedikleri arkasında olan bu tertemiz insanların sahip oldukları tüm zenginlik, hiçbir şekilde toprak sahibi olamayan ve feodal beyin arazilerinde çalışarak ancak doyan çiftçi kitlelerinin emeğine dayanmaktadır. Şatoyu koruyan paralı askerlerden korktuklarından mıdır? Yoksa hallerine şükretmeyi doğru bulduklarından mıdır? Bu hiç isyan etmeyen kitle oldukça farklı yaşarmış içeridekilerden. Ve özellikle genç kızları kurdukları düşler yoluyla sık sık masallara konu olurlarmış o muhteşem saray yaşamları özentileri ile. Kimi kül kedisi olup camdan ayakkabı giyer, kimi kötü kalpli üvey annesinin yarattığı kötülük travmasından kaçar ve yüksek zümreyi terk eder.

Ama çok şükür ki bütün bunlar geçmişte kaldı hepimiz demokratik devrimini tamamlamış sıcacık ülkelerimizde güven ve eşitlik içerisinde yaşayıp gidiyoruz ya da bu masala da inanıyoruz bütün çocuksu kalıntılarımız ile. Aslında çevremizde dönüp duran olayları iyice tahlil edip geniş çevreden baktığımızda, derebeylik ya da saray yaşamına doğru koşar adım gittiğimizi görmek mümkün. Bu gün Türkiye’nin özellikle verimli tarım alanlarında tarımdan bir türlü geçimini sağlayamayan küçük çiftçiler topraklarını satarak ya yine aynı topraklarda işçi/bekçi durumuna düşmekte ya da pılını pırtını toplayın taşı toprağı altın metropollerin yolunu tutmaktadır. Özellikle sanayi ve ticaretten gerek yasal gerekse çoğu yasal olmayan yollar ile büyük paralar kazanan bir kısım zengin ve soylu ailemiz hızla toprak sahibi olmaktadır. Bir çok kez bilmem şu adam buralardan beş bin, on bin dönüm arazi almış diye duymuşuzdur. Kanımca önümüzdeki elli yıl içerisinde tarım topraklarının neredeyse tamamı bu kitlenin eline geçecek ve adına çiftlik/plantasyon tarımı dediğimiz büyük tarımsal işletmeler doğacak. Belki de bunun daha iyi bir çözüm olduğunu düşünenler vardır içinizde ve beklide şöyle diyorsunuzdur ‘’ ne güzel işte daha bilinçli ve modern yöntemlerin kullanıldığı üretim alanları oluşur’’. Ancak kazın ayağı her zaman öyle değil ne kadar çok ve mantıklı üretirsek üretelim, dengeli ya da buna yakın bölüşümü sağlayamadığımız sürece toplumsal mutluluk bize çok uzak olacaktır. Modern derebeylerimiz olacak o araziler üzerinde ve beklide o arazileri hiç ekilmeyecektir, reklam programlarına çıkıp güzelim inşaat projelerinden bahsedecekler birinci sınıf tarım arazileri üzerinde. Yapmıştım , yaparım ve yapacağım diyecekler bütün zaman  kiplerinde.

Belki de bu anlatılanlar hiç birimizin garibine gitmeyecek ve zaten çoğumuz alıştırmışızdır bu küçük krallıklar fikrine kendimizi, zaten parklarımızın  Osmanlı, sitelerimizin Sadabat, halılarımızın Saraylı, daha binlerce kullandığımız eşyanın soyluğu çağrıştırması boşuna değil. Nede olsa yeni kralımız ile biz bir yeni Osmanlıyız ve neden olsa bütün kız çocuklarımız prenses Cindyler ile büyüyüp sihirli rüyalar görüyor.

Ama yine de bir başka açıdan bakmak lazım gelir diyorum. Ünlü bir ekonomist diyor ki ‘’ Ya yüzyılımızın sonuna kadar açlık ve gelir adaletsizliği sorununu çözeriz yada her biri nükleer silahlar ile korunan zenginlik adacıklarına sahip birkaç alandan ibaret kalırız’’ Yada başka bir deyim ile yaşasın yeni derebeylikler deriz salyalı ağızlarımız ile..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder