Powered By Blogger

17 Aralık 2010 Cuma

OT…



Bir çoğumuzunda bildiği üzere, tek yıllık bit kilere ‘’ot’’ denilmektedir efendim. Bitkiler aleminin vefakar/cefakar elemanı sayılır, hiç bir özelliği yoktur. bundan dolayı olumsuz anlamda mecazi benzetmelerde, kişiliksiz, özgün olmayan, kendini yetiştirmemiş anlamında kullanılır.  ‘’Ot gibi adam’’ ya da bu ‘’yeni nesil ot’’ gibi serzenişlerini duymuşsunuzdur. Aslında hiçbir özelliğinin olmadığını iddia etmek hiç de gerçekçi görülmemektedir. Besin piramidi dediğimiz, beslenme işleyişimizin temelini oluşturur ki, çok kutsal bir görevdir.

Memleketimizin yalnızca dörtte birinin orman olarak kendini ifade edebildiği düşünülür ise otun ulusumuz için önemi çok daha belirgin olarak kendini göstermektedir. Ot deyip geçmemek lazım onun da kendi içerisinde şahsına münhasır halleri var. Mesela Boz kır denilen kurak bölge otları var ki neredeyse yaşadığımız her coğrafyada bize kader ortaklığı etmiş. Neredeyse iki bin yıldır Orta Asya’dan bir kısrak başı gibi sokulan buyan. Yol boyunca bize eş olmuş yoldaş olmuş. İlkbahar yağmurları ile yeşeren/şenlenen bu otsular her bir rengi ile papatyası ile kır çiçekleri ile sanki hep bizi yansıtmış. Her baharda umutlanan biz gibi her yazda ya da erken baharda ya hazan vurmuş ya da Sam. Tıpkı bizim gibi sevinçleri kursağında kalmış, ne zaman baharda açan çiçekler görsem bu coğrafyada aklıma hep aynı duygular gelir. Yeni evlene bir genç kız gibi ya da yeni bir işe başlayan işçi gibi. İşin asıl yüzünü görmek gibi. Her yaz başlangıcı bir bozkırın ölümü ancak hayat devingen ısrarla yaşama bağlı her kış sonu yeni bir bahar. Ama gündelik hayat böylemi her sabah uyandığımızda yenilenmek, kırılmış olan umutları silip tekrar başlamak mümkün mü? Ya da ne kadar böyle devam edecek bilmiyorum.

Üniversite de öğrenci iken odamda , ‘’ Toplumsal mutluluğun olmadığı bir yerde,  bireysel mutluluktan da bahsedilemez’’ diye ünlü bir düşünürün sözü asılı idi. Bir gün Erzincan göçmeni bir alevi dedesi, ‘’Bir çiçek ile bahar gelmez’’ diye söz etmişti. İşte ne zaman bahar gelse bozkırın o uzun sonsuzluğuna bakıp iyi ki en azından bahar hepinize gelmiş diyesi geliyor insanın.

Birde ülkemizin yalnızca yüksek ve yağışlı yörelerine özgü bir ayrıcalıklı olma hali var. Çayırlar, her mevsim yeşil kalabilen ve bozkırın tüm bozluğuna inat yemyeşil bir üstünlük hali. Mesela Erzurum – Kars, Artvin ve tüm doğu Karadeniz’in yüksek yerleri. Ülkemizde metrekareye düşen hayvan miktarı hızla azalıp, kırmızı et fiyatları tavan yapınca. İşte bu tür alanlara ihtiyacımız büyük oranda artmakta ama ne yazık ki yinede o güzelim çayırlar bom boş kalmakta. Buna rağmen yirmi yıldır gelen bütün yönetim yapıları buna çözüm bulamamakta sadece bakmakta. Hatta yakın dan tanıdığımız bazı yüksek şahsiyetler o hayvanların yerine bizi  otlatarak, ‘’ yıllardır hala bıraktığımız yerde otluyorsunuz’’ diye bir vecize dizdi ki, akıllara zarar.

Çayır demişken birde bozluğun verdiği sıkıntıdan mı yoksa yeşile duyulan hasretten mi bilmem son yıllarda müptelası olduğumuz çim yetiştirme tutkumuz var. Özellikle Amerikan filmlerinde gördüğümüz müstakil evler ve önlerinde geniş bahçelerde yetiştirilen çimler, barbekü partileri ve evin betinin müthiş bir mutluluk edası ile çimleri biçmesi. Adeta toplumca bizde bir eksiklik oluşturmuş olmalı ki nerdeyse boş bulduğumuz her yere çim diktik. Ancak yazlarımızın o mutlu ülkedeki gibi yağış almaması belimizi kırdı ve neredeyse bütün yaz boyunca ya tonlarca su harcadık yeşil mabedimize ya da gözü yaşlı üzülerek seyrettik susuzluktan dolayı kuruyup gitmelerini. Özellikle bu tür hazin manzaraları şehirlere özenen küçük kasabaların belediye başkanlarının büyük bir hizmeti olarak alkışladık. Ülkemizin duble yolları arasında bulunan refüjlerinin kasaba aralarından geçen kısmında önemli süs malzemesi olarak varlıklarını bir müddet sürdürdüler. Ancak belediyenin kısıtlı bütçesi sonucu yine aynı son kaçınılmaz oldu. Tüm kırsal düşlerimizi şehrimizde, yanı başımızda yaşatma fantezisi bir kez daha ekonomik gerçekliklere yenik düştü.
Gelelim bu yazının sonunu ve ana fikrini oluşturan bölüme. Hepimizin de fazlası ile hissettiği gibi geçtiğimiz hafta oldukça heyecanlı, patırtılı kütürtülü ve bol çatlaklı bir seçim dönemi yaşadık. Özellikle kendini muhafazakar kabul eden kesimin geçtiğimiz hayırlı ramazan ayında ağzına hiç ‘’hayır’’ kelimesini almadığı ve ne hikmetse iyilik ve esenlik kelimelerini tercih eden sosyal demokrat kesim ise her işe ve dileğe ‘’hayır’’la başlaması hayatımıza dönüşümsel bir renk kattı. Toplumca kutupsal alanlara itildiğimiz ya taraf ya da bertaraf olacağımız yada sandığa gitmememiz gerektiğinin dikte edilmesi canımızı sıkmış olabilir. Ancak beni mutlu eden öyle bir olay var ki, ancak bir Karadenizlinin aklına gelebilir. Rize de bir okulun 1090 nolu seçim sandığındaki zarfın içinden ne ‘’EVET’’ nede ‘’HAYIR’’ çıkmış çıka çıka bir demet ‘’OT’’ çıkmış ki müthiş bir cevap. Bence en az toplumun benim gibi düşünen yüzde onun vermesi gereken cevaptı ki. Sevgili vatandaşımıza buradan teşekkürü bor bilir, iyi haftalar dilerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder