Powered By Blogger

5 Ocak 2011 Çarşamba

ADA

Ada, çevresi bütünüyle sularla çevrili kara parçasına verilen addır. Bazen binlerce kilometre ıssızlıktan sonra karaya duyulan özlemdir.

Dünyada kaldığını umduğumuz son bir umuttur. Yeryüzü cennetidir bize ve bize benzeyenlere. Son kaledir, çatışmanın son siperi, belki tüm kaybettiğimiz alanlara karşı. Bazen koca bir okyanusun üzerinde küçük bir kara ya da kocaman bir karanın üzerinde kalabilmiş son bir su birikintisi. Farklı olmaktır ada, sözün özünde, karaya karşı bir damla su suya karşı bir toz tanesi olabilmektir.

Zor olmaktır ada, zoru başarmaktır. Uzaktan göründüğü gibi değildir mesela, korsan filmlerinde olduğu gibi. Milyonlarca litre suyun içerisinde içmek için uygun suyu bulamak kadar trajiktir. Deryanın içinde olup ta deryayı bilmemek halidir. Mahsur kalmaktır mesela, gözleri ufuğa endeksleyip yaşamaya çalışmaktır. Dünyanın şeklini tasdikleme biçimidir. Uzaktan gelen bir geminin önce dumanın, sonra bacasının en sonda kendisinin görünmesini sağlayan en uygun mekândır. Beklemektir, sabırdır, ıssızlıktır ve beklide kişisel fantezi dünyamızda giderken yanımıza alacağımız kısıtlı üç şeydir.

Trajik olduğu kadar da stratejiktir. Deniz ticaretimiz ve donanmamız için serbest geçiş olanağı sunabilmektir. Herhangi bir su yolu üzerine kurulmuş Deli Dumrul dur bazen, haraç kesebilme hakkıdır bazen. 
Akdeniz’in doğusunda olup ta  ne yardan nede serden geçebilme halidir, Kıbrıs gibi,
Ya da gelip geçen petrol şileplerine gülümsemektir, Hürmüz gibi.
Sürgünlere konu olmaktır bazen Tecrit edilmektir, sistemden Malta gibi.
Azıcık bir toprak parçasından yanındaki büyük biradere kafa tutmaya çalışmaktır, Küba gibi.
Okyanus ötesindeki hayalimizdir, bazen renkli gömlekli boynu çiçekli tombul kadınların dans ettiği rüyamızdır, Hawaii gibi.
Kutsal metinlerde okuyup da ders almaya çalışmamızdır, her türlü sapkınlıktan, Pompei gibi.
Kandırılışımızdır,  hafızamızdan silinmeyen ve bir türlü geçmişini unutamayan acılı bir kadın edası ile hatırladığımız burnumuzun dibindeki hayalimizdir, on iki adalar gibi.

Bazen kişisel ukalalığımızdır ya da kendimizi toplumsal anlamda, tatmin edebilme çalışmamızdır. Halkın içerisinde, kılık değiştirmiş bir sultan edası ile dolaşabilmek gibi bir şeydir. Toplumun seviyesine inip onu anlamaya çalışmaktır. Küçücük bir kasaba veya pejmürde görünümlü bir kent’e sıkışıp kalmaktır. Kendini yalnız hissetmektir çevrende dolaşan kalabalığa rağmen. Koca bir okyanusun dört bir yandan üzerine üzerine gelmesidir. Bütün gazete köşelerinde bahsedilen ve girmez isek, kendimizi eksik hissedeceğimiz sonbahar depresyonu gibi bir şeydir.

Bir şeye niyet edipte başarısız olmanın sözcüksel halidir. Ya da ‘’Kar eriyip de pisliğin açığa çıkması’’ gibi deyimsel bir durumdur. Umut edilene karşı, elde edilen hayal kırıklarının bir araya toplanıp saldırıya geçtiği, deniz aşırı bir harekettir. Çölde vahadır bazen ya da koskoca ormanın ortasında ot bitmez bir lanet. Yıllardır benliğimizde oturup kalmış siyah bir noktadır bütün iyi niyetlerimize karşı. Bazen tek tektir bütün ısısızlığa inat ama zamanla çoğalıp takım takım olup, normal karşılamaktır bütün kirlenmişlikleri.

Aslında deniz ve okyanusların tabanında oluşmuş ve ışığa olan tüm hayranlıkla yüzünü sudan dışarıya çıkara bilmenin zaferidir her şeyden çok. Suların altının dağıdır, mesele. Alt benliğimizde biriktirdiğimiz bir saplantı halidir. Bazen gün yüzüne çıkmış libidomuzdur, yada derinlerde sakladığımız bastırılmış duygular.

Oluşturduğumuz toplumsal yapı ve bireysel yaşam biçimlerimiz ile bir birine benzeyen bir koyun sürüsünden farklı olmayan bizler, kendi içimizde kocaman bir ada parçasıyız. İçine gömüle gömüle oturduğumuz koltuklarımızda, ya da dilimizi çıkararak beklediğimiz yüksek düzeyli şahsiyetler kapılarında, ısrarla kendi adalarımızın varlığından bahsederiz. Her cümlemize ‘’ben olsam şöyle yapardım’’ diye başlarken zihnimizdeki kendini beğenmişlik adasından kırıntılar saçıp dururuz çevremize. Hepimizin evi, bahçesi, yazlığı ya da iş yeri kendi bayrağını çektiği, adına para bastırdığı ve neredeyse askerlerini yetiştirdiği küçük ve bağımsız şehir/ada parçası. Yalnızca kendi çocuklarını seven ve bunun dışındaki bütün çocuksal davranış biçimlerini saçmalık olarak gören, bir birey için babalık ya da anneliği bir adadır. Yurdumun herhangi bir yerinde ortaokul çağındaki kız çocuklarına bile tecavüz eden zihniyet için bile kurguladığı düş gücü bir adadır. İşi bitince çekip gitmesi ve zihnini temizlemesi bir adadan ayrılmak kadar kolay bir şeydir. Ama bazen Ada sizi bırakmaz siz her ne kadar ayrılmaya meyletseniz bile. Çevresi sert bir kemikle çevrilmiş sulu sepken bir beyindir hepimizdeki asıl ada, ölene kadar taşıdığımız, her şeyin başlayıp bittiği yer. Her ne yaparsak yapalım eninde sonunda kendimizle yüzleşme mekânı.

Ya bütün pisliğin içerisinde kalabilmiş son kale ya da tüm iyi niyetler içerinde bir çıbanbaşı. Bazen kazandığımız ZAFER ‘lerin toplamı bazen de hayal kırıklarımızın başkenti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder