Powered By Blogger

3 Şubat 2011 Perşembe

ORTADOĞU...


Coğrafi anlamda Mısırdan başlayıp, İran dağlarına kadar uzanan ve adına Arap Yarımadası denilen toprakları kapsayan alana Ortadoğu denilmektedir. Avrupalıların, Doğu toplumlarını tanımlarken kullandıkları ifadelerden birisidir aslında.

Dünyanın ilk yerleşme ve kentlerini sahiplik etmiş bu coğrafya, yaşadığı kurak iklim koşullarına rağmen içinden geçen ve can damarları sayılan iki nehir (Fırat/Nil) tarafından hayata tutunma imkânı bulur. Bu gün dünya kültür ve kazanımlar kültürüne damgasını vurmuş olan Mısır ve Sümerler gibi iki büyük topluluk bu suların kıyısında bu topraklar üzerinde var olmuştur. Öyleyse Ortadoğu modern toplumumuzun, yerleşik yaşamımızın esin kaynağıdır.

Yeryüzünde hüküm süren üç büyük semavi dinin bize ifade edildiği yerdir ya da kuruluşunu sağlayan toplumlar bu alanlarda faaliyet göstermiştir. Beklide, tarih boyunca sürekli karıştığından olsa gerek. Tanrının insanlığı yola getirmek için en çok çaba harcadığı ve peygamberler gönderdiği alan olmuştur. Kendilerini Tanrının özel çocukları olarak gören bir çok toplum bu özelliklerinden dolayı dış güçler tarafından sürekli pohpohlanmış ve sayısız diktatörler ve generaller yaratmıştır. Kendilerini Tanrının yeryüzündeki temsilcisi gibi gören bu güç sahipleri tarihin gösterdiği en büyük eziyetleri yaşatmışlar, maalesef kendi halklarına. Halk arasında ‘’ Keklik gibi kendi soyuna düşman ‘’ diye bahsedilen bir söz vardır. Belki de söylenecek en anlamlı laftır.

Özellikle geçtiğimiz yüzyılın başlarında ‘’Petrol’’ denilen lanetli sıvının yüksek miktarlarda bu bölgede bulunması ile Dünya için birden bire çok önemli bir saha konumuna gelmeye başlamıştır. Her biri bir emirlik/aşiret statüsünde olan yaşam biçimleri devletlere dönüşmeye başlamış ve her devlet neredeyse başka bir devlet tarafından himaye edilmek durumunda olmuştur. Özellikle hurma gibi tarım ürünlerini yetiştiren ya da çöllerdeki vahalarda deve/keçi gibi hayvanları otlatan bedeviler petrol ile tanışmakla birlikte, bir Nissan patrol cipin bir deveden daha ekonomik olduğu gerçeğini kavramışlardır. Özellikle Dünya savaşları sonrasında hızla gelişen, her toplum gibi bir türlü kültürel anlamda kendine yetemeyen yada demokrasiyi içine sindiremeyen bu ülkeler zamanla daha önce bahsettiğimiz diktatörlerin pençesine düşmüşlerdir. Kısa sürede topraklarında bulunan muazzam petrol yataklarından aldıkları minik paylar ile her türlü aşırılıkları mubah sayan bu toplumlar, Dünyanın en büyük mabetlerine, gemilerine, uçaklarına ve saraylarına sahip oldukça yükseleceklerini sanan bir düş gezgini durumuna düşmektedirler. Her gün bölgedeki kanallardan devasa şilepler ile ya da kilometrelerce uzunluktaki boru hatları ile tüm dünyaya taşınan insanlığın kanı durumundaki petrol yarattığı müthiş karlar ile tüm lanetini bu coğrafyaya bulaştırmış durumda.

Genellikle İslam toplumlarından oluşan bu ülkelerde zengin ile fakir arasındaki korkunç uçurum halkın hem daha kolay yönetilmesine hem de patlamaya hazır bir saatli bomba ironisine yol açmaktadır. Doksanlı yılların başından beri bu bölgeye dayatılan ve yavaş yavaş uygulanan Büyük Orta Doğu Projesi ile halkların bir kısmı derinleşen acılar çeker iken kimisi de bu ganimetin tepesine çökmek için çaba harcamaktadır. İnsan ırkının en zayıf noktalarından ikisi olan dinsel kavramlar ve milliyetçilik bağları yaşayan tüm halkların bir saatli bombaya dönüşmesi için zemin hazırlar iken ortaya çıkan hazin tablo ‘’ kimin eli kimin cebinde’’ deyimselliğini çağrıştırmaktadır. Sudan, BM tarafından ikiye bölünüyor, İsrail ve Filistin’in  durumu aşikar, Tunus ve Mısırda büyük çaplı halk ayaklanmaları yaşanmakta, Irak yerle yeksan, İran büyük bir kıskacın altında, Libya, Suriye ve Ürdün pimin çekilmesini bekliyor. Lübnan yıllardır içten içe yanıyor veya kana bulanıyor. Yemen ve Somali de taraflar/kabileler birbirini boğazlamak için kol geziyor, Afganistan uygarlığımızın yüz karası manzaralara tanık. Yani neresinden tutsanız elinizde kalıyor ve tuttuğunuz yeri kirletiyor.

Özellikle İslam Rönesans’ı denilen binli yılarda şiirin, aşkın ve bilimin barınağı olan bu topraklar da insan aslında ilerleme ile gerileme arasında tıkanıp kalıyor. Bir dönemin Piramitleri, Asma bahçeleri, sulama kanallarını ve tarım devrimini gerçekleştirmiş bu toplumlarda yaşanalar, içi kendini yakar iken dışı başkasını durumuna gelmiştir. Durum gösteriyor ki gelecekten umut ile bahsetmek pek mümkün değil. Daha çok silah sıkılacak/satılacak ve çok bomba yağacak çocukların başına. Belki petrol bitecek ama her bir damla suyun bedeli beklide bir damla kan ile ölçülecek. Ve büyük insanlık artık şunu bilmelidir ‘’ Hey ağalar atılan her bomba belki bir Arap çocuğu öldürürken kanınız kıpırdamıyor ama anlayın ki;  artık savaşlar eski savaşlar değil. Ölüm yalnızca savaş meydanlarında değil. Atılan her bomba Ozonumuzda, havamızda, suyumuzda kalıcı bir etki. Aslında biz de yavaş yavaş ölüyoruz’’. Büyük Orta Doğu’nun bekçiliği aşkına.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder